Fotoğraflar: Atakan Sağır
Ayvansaray durağında inip, Çömlekçiler sokağına sapmak, ayrı
bir dünyanın kapısından içeri adım atmak demek. Sokaklar, ilk başlarda tam bir
hayalet kasaba havası içerisinde, fakat bir süre sonra yürürken yalnızca adımlarınızın
sesini duymak hem huzur hem de keyif veriyor.
Eyüp’ün mahalle arasında pek fazla insana rastlamak mümkün
değildir. Burası, çocuk seslerinin yükselmediği, orta yaş üzeri insanların,
zamanının büyük bir çoğunluğunu kıraathanelerde geçirdiği, sakin ve orta
kesimin yaşadığı bir mahalledir.
Sokakların bir diğer özelliği ise, standart sokaklara göre
biraz daha dar oluşudur. Küçük bir araba geçecek olsa, bir hayli zorluk
çekmektedir. Yine de daracık sokakları, bölgenin orjinal yapısını ortaya
çıkarmaktadır. Aynı zamanda dar sokaklar, sanılanın aksine, mahallenin
ferahlığından hiçbir şey götürmemiştir. Tamamen kendisine özgü ve geleneksel
bir Türk mahallesinde olması gereken daha birçok özelliği göreceğimi umarak, dingin
sokaklarda ilerliyorum ve iki katlı evler ilgimi çekiyor.
Bu yapılar, kendine has şirin bir mimarinin eseridir ve
sokaklar, çoğunluğu iki katı aşmayan ahşap evlerden oluşmaktadır. Bu yapılardan
bazıları, insanın uzaktan bakınca içini cıvıl cıvıl yapan renklerle süslenmiştir.
Evlerin kimi gayet muntazam, bakımlı iken bazıları da
kaderine terk edilmiş durumdadır. Eski zamanlarda sayısı fazlaca olan bu şirin
evler, günümüzde iyice azalmış, zamana verilen savaşta sağ kalabilenler ise
halen Eyüp’e tarihi dokusunu katmaktadırlar. Geleneksel evler, eski İstanbul
havasını yaşatırken bir yandan da evleri fotoğraflayarak ilerlemek , bu yolculukta
dalıp gitmeye neden olabiliyor.
Gezdiğim sokaklara o mistik havayı katan en önemli
değerlerden biri de meşhur mezarlıklarıdır. Daracık sokaklardan Eyüp Meydanı’na
varmak için yürürken adım başı bir veya birkaç mezara rastlamak mümkün. Eyüp’ün
mezarlıklar semti olduğunu daha önce de duymuştum, hatta görmüştümde. Ne de
olsa ilk defa geçmiyordum buralardan fakat semtin her dokusunu dikkatle süzerek
yürümek, attığı her adımın tadına varmak insana daha önce fark ettirmediği
şeyleri de fark ettiriyor.
Dikkat çekici bir unsurda burada evler ve mezarlar iç
içedir. Bazı binaların önlerindeki boş arsalar neredeyse küçük bir mezarlıktan
oluşuyor. Mezarların birçoğunun genel özelliği oldukça eski olmalarıdır. Bunu,
taşlarındaki Osmanlıca yazılardan anlamak mümkündür.
Sessiz sokakların sonuna yaklaştığım yükselen seslerden
anlaşılıyor ve adımlarım sanki biraz daha hız kazanıyor. Bembeyaz mermerlerle kaplı Eyüp Meydan’ı karşılıyor misafirlerini.
Biraz ileride Eyüp Sultan Camii’nin avlusu, arkada neredeyse insanları kolundan
tutupta zorla içeri çekmedikleri kalan lokanta esnafı ve kitapçılarla,
aktarlarla uzayıp giden caddeler...
Karşılıklı küçük dükkanlarla dolu bir çarşı görünümünde,
yoğunluğu bol uzunluğu kısa bir sokak. Genellikle hediyelik eşyalar ve kitapçılardan
oluşuyor esnafı. Yerlilerin ilgisini çektiği gibi yabancı turistlerinde
ilgisini çekiyor olacak ki her dükkana uğruyor, hoşlarına giden hediyelik
eşyaları almadan geçemiyorlar.
Bir de Oyuncakçılar Çarşısı'ndan bahsetmek gerekir. Evliya Çelebi zamanında yüz dükkandan, yüz beş çalışandan
oluşmaktaymış oyuncakçılar çarşısı. On
yedinci yüzyıldan itibaren oyuncak üretiminin merkezi haline gelmiş olan bu
çarşıda, bütünüyle Haliç çevresindeki imalathanelerden arta kalan malzemelerle
yapılırmış oyuncaklar.
Çok eski
yıllarda da sünnetlik çocuklara türbe gezdirilir, çıkışta da çarşının
içerisinden geçirilerek moral vermek maksadıyla oyuncaklar alınırmış. Çarşı
esnafına bugünkü oyuncakçılar çarşısını sorduğunuzda ise şimdiki ‘hediyelik
eşya’ çarşısını gösteriyorlar. Burası eskiden dükkanlarla uzayıp giden oyuncakçılar
çarşısının küçük bir bölümüymüş. Şimdilerde ise sadece adıyla oyuncakçılar
çarşısı olarak kalmış.