25 Kasım 2015 Çarşamba

Bayrampaşa Cezaevi'nde 1 Gün


Fotoğraflar:Atakan SAĞIR




Yıllardır kader mahkumlarına ev sahipliği yapmış Bayrampaşa Cezaevi 2008 yılında kapatılmıştı. Bundan birkaç yıl önce bir fotoğrafçılık kursuna üye arkadaşım, kurslarının özel izinle boşaltılan Bayrampaşa Cezaevi’nde fotoğraf çekimi yapacaklarını söylemiş ve beni de davet etmişti. Ben de daveti kabul ederek makinemi almış ve heyecanla cezaevine gitmiştim.
Bayrampaşa Cezaevi, mahkumların duvarlara yazdıkları yazı ve çizdikleri resimlerle camı çerçevesi sökülmüş, koğuşları boşaltılmış ve harabeye dönmüş bir haldeydi. Cezaevi binasının içi ve havalandırma avlusu moloz yığınlarıyla doluydu. Koğuşlar dışında birde daha ağır cezalıların atıldığı zindanlar bulunmaktadır.Fakat buralar o yıkık yapıda kaybolmuş durumda.  


Neredeyse her duvarda mahkumlardan kalma mesajlar ve resimler vardı. İnsanın dört duvar arası o soğuk yapıda nasıl yıllarını geçirdiğini ziyaretim boyunca hep düşünmüştüm. Kim bilir kimler hangi suçla burada yatıyorlardı. Bir anlık kararların insana nasıl bir hayat sunabileceğinin somut örneğinin içerisindeydim.


Hep örneklerini filmlerde gördüğüm, havalandırma için kullanılan avluya çıktığımda önce gökyüzüne baktım. Orada birkaç yıl yaşadığınızı ve belirli sürelerle o avluya çıkma hakkınız olduğunu düşündüğünüzde gerçekten de o mavi gökyüzünün size daha nasıl değerli geldiğini çok iyi anlıyorsunuz.


16 Kasım 2015 Pazartesi

Zigana Dağı




Fotoğraflar:Atakan Sağır



Tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan eski han kalıntılarının yanından geçip Zigana Köyü’ne vardığınızda, dağa giden yolun büyük bir kısmını tamamlamışsınız demektir. Köyden dağ yoluna sapıp kıvrımlı yollardan 10-15 kilometre kadar ilerlediğinizde ise karşınıza çıkan bungalov tipi evlerden 2050 metre yükseklikteki dağa ulaştığınızı anlayabilirsiniz.






Bu evler Zigana Dağı’nda konaklamak isteyen yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor. Tek katlı evlerin yaklaşık 200 metre ilerisinde ise otel var. İsteyen ziyaretçiler ise otelde konaklayabiliyor. Otellerin arka tarafında ise kayak tesisleri var. Kış turizmi yazdan daha baskın Zigana Dağı’nda. Kışın gelen ziyaretçi sayısının yazdan daha fazla olduğu bilgisini ediniyorum. Bu da bölgeyi tanıyan insanların Uludağ’ın kalabalığından kaçıp Zigana’yı tercih ettiklerini düşündürüyor bana. Öte yandan Arap turist sayısı da oldukça fazla. Genellikle İstanbul’dan Karadeniz’e açılan Arap turistler, son yıllarda Zigana ve Limni’ye de rağbet gösteriyorlar. 




                                     


Burada, çoğu zaman bulutlarla aynı seviyede olduğunuzu, bazı zamanlarda bulutların üstünde olduğunuzu görürsünüz. Dağda yaz ve kış ayrımı pek yoktur. Sıcak havaya aldanıp doğal olarak kısa kollu giysiler giyip üşümeniz olası bir durum. Dağa çöken sis ve beraberinde çiseleyen damlalar bir anda mevsimi değiştirebiliyor. Bunun sıkıntısını akşam üzeri geri dönüşte bizzat kendim yaşadım.































11 Kasım 2015 Çarşamba

1960'tan Bugüne

Fotoğraflar:Atakan SAĞIR


Eyüp’te  sokak arasında bir ayakkabı tezgahı...Tezgahın başındaysa başında sarı şapkası harıl harıl çalışan emektar bir ayakkabı tamircisi var.  Gençlere taş çıkaracak kadar azimle ve aşkla işini yaptığı belli, bu arada şirin dükkanına astığı “1960’dan bugüne” yazısına gözüm bir anda takılıyor ve beni onun yanına çekiyor. Muammer Usta; nam-ı diğer Eyüp’ün çınarı. Tam elli beş senedir Eyüp’te ayakkabıcılıkla uğraşıyor Muammer Yalçın. Ayakkabı boyuyor ve gerekli onarımları yapıyor.  Kaymakamından tutunda belediye başkanı, zabıtalar ve Eyüp ile özdeşleşmiş herkes onu tanırmış burada. 
                          
                                   


Elli beş yılını geçirdiği semtten soruyorum Muammer Usta’ya, eskiden semtin nasıl olduğunu anlattırmak istiyorum. Birçok şeyin değiştiğini söylüyor fakat somut olarak paça çorbacılarından bahsediyor Muammer Usta. Sokağın başından uzanan ve bugün mağazalarla, lokantalarla dolu cadde bir zamanlar paça çorbacılarıyla doluymuş. Eskiden çorbacılar yoğun ilgi görüyormuş semtte. Birçok esnaf iş başı yapmadan çorbacılara giriyormuş.
Daha fazla lafı uzatmadan işine getirmek istiyorum sözü. Eskiden hasar görmüş, onarıma ihtiyacı olan ayakkabılar Muammer Usta’ya getirilirmiş. Bugün ise elindeki tezgah ve zanaatı nostalji olarak kalmış. Çarşıların çeşit çeşit ayakkabıyla dolu olduğunu, insanların  eskiyen eşyalarının onarımıyla uğraşmayıp çöpe atmalarından, hemen yenisini almalarından söz ediyor. Mesleği ile ilgili olarak ise ayakkabı tamirciliğinin ekonomik getirisinin olmamasına bağlıyor. Bu işin artık para kazanmak için değil, zaman geçirmek için yapılacağından bahsediyor ve noktayı koyuyor Muammer Yalçın.



7 Kasım 2015 Cumartesi

Sokaklardan Eyüp Meydanı'na Çıkarken


Fotoğraflar: Atakan Sağır


Ayvansaray durağında inip, Çömlekçiler sokağına sapmak, ayrı bir dünyanın kapısından içeri adım atmak demek. Sokaklar, ilk başlarda tam bir hayalet kasaba havası içerisinde, fakat bir süre sonra yürürken yalnızca adımlarınızın sesini duymak hem huzur hem de keyif veriyor.
Eyüp’ün mahalle arasında pek fazla insana rastlamak mümkün değildir. Burası, çocuk seslerinin yükselmediği, orta yaş üzeri insanların, zamanının büyük bir çoğunluğunu kıraathanelerde geçirdiği, sakin ve orta kesimin yaşadığı bir mahalledir.
Sokakların bir diğer özelliği ise, standart sokaklara göre biraz daha dar oluşudur. Küçük bir araba geçecek olsa, bir hayli zorluk çekmektedir. Yine de daracık sokakları, bölgenin orjinal yapısını ortaya çıkarmaktadır. Aynı zamanda dar sokaklar, sanılanın aksine, mahallenin ferahlığından hiçbir şey götürmemiştir. Tamamen kendisine özgü ve geleneksel bir Türk mahallesinde olması gereken daha birçok özelliği göreceğimi umarak, dingin sokaklarda ilerliyorum ve iki katlı evler ilgimi çekiyor.




Bu yapılar, kendine has şirin bir mimarinin eseridir ve sokaklar, çoğunluğu iki katı aşmayan ahşap evlerden oluşmaktadır. Bu yapılardan bazıları, insanın uzaktan bakınca içini cıvıl cıvıl yapan renklerle süslenmiştir.
Evlerin kimi gayet muntazam, bakımlı iken bazıları da kaderine terk edilmiş durumdadır. Eski zamanlarda sayısı fazlaca olan bu şirin evler, günümüzde iyice azalmış, zamana verilen savaşta sağ kalabilenler ise halen Eyüp’e tarihi dokusunu katmaktadırlar. Geleneksel evler, eski İstanbul havasını yaşatırken bir yandan da evleri fotoğraflayarak ilerlemek , bu yolculukta dalıp gitmeye neden olabiliyor.



Gezdiğim sokaklara o mistik havayı katan en önemli değerlerden biri de meşhur mezarlıklarıdır. Daracık sokaklardan Eyüp Meydanı’na varmak için yürürken adım başı bir veya birkaç mezara rastlamak mümkün. Eyüp’ün mezarlıklar semti olduğunu daha önce de duymuştum, hatta görmüştümde. Ne de olsa ilk defa geçmiyordum buralardan fakat semtin her dokusunu dikkatle süzerek yürümek, attığı her adımın tadına varmak insana daha önce fark ettirmediği şeyleri de fark ettiriyor.
Dikkat çekici bir unsurda burada evler ve mezarlar iç içedir. Bazı binaların önlerindeki boş arsalar neredeyse küçük bir mezarlıktan oluşuyor. Mezarların birçoğunun genel özelliği oldukça eski olmalarıdır. Bunu, taşlarındaki Osmanlıca yazılardan anlamak mümkündür.


Sessiz sokakların sonuna yaklaştığım yükselen seslerden anlaşılıyor ve adımlarım sanki biraz daha hız kazanıyor. Bembeyaz mermerlerle kaplı Eyüp Meydan’ı karşılıyor misafirlerini. Biraz ileride Eyüp Sultan Camii’nin avlusu, arkada neredeyse insanları kolundan tutupta zorla içeri çekmedikleri kalan lokanta esnafı ve kitapçılarla, aktarlarla uzayıp giden caddeler...
Karşılıklı küçük dükkanlarla dolu bir çarşı görünümünde, yoğunluğu bol uzunluğu kısa bir sokak. Genellikle hediyelik eşyalar ve kitapçılardan oluşuyor esnafı. Yerlilerin ilgisini çektiği gibi yabancı turistlerinde ilgisini çekiyor olacak ki her dükkana uğruyor, hoşlarına giden hediyelik eşyaları almadan geçemiyorlar.


Bir de Oyuncakçılar Çarşısı'ndan bahsetmek gerekir. Evliya Çelebi zamanında yüz dükkandan, yüz beş çalışandan  oluşmaktaymış oyuncakçılar çarşısı. On yedinci yüzyıldan itibaren oyuncak üretiminin merkezi haline gelmiş olan bu çarşıda, bütünüyle Haliç çevresindeki imalathanelerden arta kalan malzemelerle yapılırmış oyuncaklar.  Çok eski yıllarda da sünnetlik çocuklara türbe gezdirilir, çıkışta da çarşının içerisinden geçirilerek moral vermek maksadıyla oyuncaklar alınırmış. Çarşı esnafına bugünkü oyuncakçılar çarşısını sorduğunuzda ise şimdiki ‘hediyelik eşya’ çarşısını gösteriyorlar. Burası eskiden dükkanlarla uzayıp giden oyuncakçılar çarşısının küçük bir bölümüymüş. Şimdilerde ise sadece adıyla oyuncakçılar çarşısı olarak kalmış.


























3 Kasım 2015 Salı

Bayburt Seyahatim


 Fotoğraflar: Atakan SAĞIR

                                                               Bayburt Saat Kulesi

  Bayburt, Türkiye Cumhuriyeti ile yaşıt bir saat kulesi etrafına serpilen yapılardan oluşur. Şehrin merkezi olan saat kulesi hizasında uzanan bir ana cadde, tepede Bayburt Kalesi ve kalenin etrafından akan Çoruh nehri şehrin yıllarca sembolü olmuşlardır.
Cadde boyunca resmi binalar, bakırcılar ve mağazaların yanı sıra Bayburt'un pek fazla bilinmeyen fakat en meşhur lezzet durakları olan dönercileri sıralanmıştır. Döner dükkanlarının arka tarafı Çoruh manzarasına bakmaktadır. Genellikle insanlar içeride yemek yerine nehir kenarına konulmuş masalardan birine oturup manzara eşliğinde yemeyi tercih ediyorlar.


                                                                       Çoruh nehri

Nehrin akış yönüne doğru bakıp kafanızı biraz kaldırdığınızda bir tepe ve bu tepeye inşa edilmiş Bayburt Kalesi göze çarpar. Kalenin tarihi ise oldukça eskiye uzanmaktadır. Roma, Ermeni ve Bizans hakimiyetinde kalmış bu kale daha sonra Türklerin eline geçer. Osmanlı devrinde Çinimaçin Kalesi diye adlandırılan kale, Dede Korkut Hikayelerine bile konu olmuştur. Şehre hakim noktada bulunan Bayburt Kalesi benim çok ilgimi çekmişti. Memleketim olması nedeniyle daha önce iki kere daha Bayburt'a gitmiştim fakat hiçbirinde de kaleye çıkma fırsatım olmamıştı.

Arabayla belli bir mesafeye kadar gidilebilse de biraz yürümek gerekiyor kaleye varmak için. Kalenin şehre bakan tarafı ayakta kalabilmiş. Arka tarafıysa yıkık dökük taş kalıntılarından oluşuyor. Restorasyon çalışmalarıyla günümüze kadar gelen Bayburt Kalesi sadece bulunduğu konum itibariyle orjinalliğini koruyabilmiş. Sarp kayalar üzerine inşa edilen kaleden şehir kuş bakışı seyredilebilmektedir. Buna rağmen kale henüz turizme kazandırılabilmiş değildir.


Daha doğrusu şehir turizme kazandırılabilmiş değildir. Ekonomisi tarıma dayanan Bayburt'ta sanayi gelişmemiştir. Bü yüzden şehir göç vermektedir. Tarihi eski çağlara kadar uzanan Bayburt'a yeteri kadar yatırım yapılmaması onu 'memur şehri' olmaktan öteye taşıyamamaktadır.