18 Aralık 2015 Cuma

Boztepe'den Bakış


Fotoğraflar:Atakan SAĞIR




Bildiğim kadarıyla kocaman şehirleri insanlara ayaklarının altında hissettiren iki tane Boztepe vardır Karadeniz’de. Bunlardan birisi Ordu’daki Boztepe, bir diğeri ise Trabzon’da bulunan Boztepe’dir. Serin bir yaz gecesi şehrin ışıklarını çepeçevre saran o kara denize hakim Trabzon Boztepe’deyiz.  Gündüzleri pek fazla kalabalık olduğuna şahit olmadığım Boztepe, geceleri neredeyse bütün Trabzon’un akınına uğruyor. Bol bol rüzgar alması nedeniyle serin olan Boztepe, özellikle de gece vakti şehrin ışıkları eşiliğinde misafirlerine harika bir manzara sunuyor.
Boztepe’ye çıktığımızda önce masaların arasında birkaç tur atmak zorunda kaldık. Tüm masalar doluydu. Neyse ki birkaç dakika içinde boşalan bir masaya oturmuştuk. Tatlı bir serinlik olurmuş her gece Boztepe’de. Bu durumu düşünmediğimden ve gündüzleri olan aşırı sıcaktan dolayı  kısa kollu kıyafetlerle çıkmıştım Boztepe’ye. Zaten birkaç dakika içinde gelen semaverin görüntüsü üşüme duygusunu da ortadan kaldırmıştı bende. Semaveri masaya getiren garson bu tepenin manzarası kadar çayınında güzel olduğunu ima etmişti ama çok da önemsememiştim. Fakat gerçektende burada içilen çay ayrı bir keyif veriyor insana. Eğer birkaç kafadar Boztepe’ye çıkmışsanız tek semaverin yeterli olacağını hiç sanmıyorum.
Bu tepeden baktığınızda yamaçlara kurulmuş bir şehir göze çarpar. Denizin çevrelediği ve yamaçların izin verdiği ölçüde bir şehir.  Tepenin sağ tarafına kafanızı çevirdiğinizde ise sanki denize iniş yapacakmış gibi hissettiren uçaklar iner aralıklarla Trabzon Havaalanı’na. Boztepe’nin bitimine doğru ise kütüphane bulunmaktadır. Ne kadar kullanıldığını bilmesem de gün içinde açık olan bu kütüphanede insanlar manzaraya karşı kitaplarını okuma şansına sahiptirler.

Boztepe’den Trabzon manzarasına baktığımda şehrin azalan ışıkları yavaş yavaş bu tepeye veda etmemiz gerektiğini hatırlatıyordu. Kısaca, birkaç saniye içerisinde bütün Trabzon’u görmek isteyenlere Boztepe’ye çıkmalarını öneririm.

12 Aralık 2015 Cumartesi

Trabzon Notları


Fotoğraflar:Atakan SAĞIR


Doğu Karadeniz’in sıcak kanlı şehridir Trabzon. Daha önce üç defa daha Trabzon’da bulunmuştum ve tesadüf eseri bu ziyaretimde yaz mevsimine denk gelmişti. Trabzon’un insanını aratmayacak kadar, hatta daha da sıcak olan bir şeyi vardır ki o da havasıdır. Denize olan yakınlığı nedeniyle de nem seviyesi yüksek olan Trabzon’da abartmadan söylemek gerekirse yazın nefes almak bile oldukça güçtür. Buna rağmen şehri gezme heyecanı bir nebze de olsa Trabzon’un bunaltıcı havasını unutmamı sağlayabiliyordu.



Bu şehirdeki ilk durağım Ayasofya Müzesi’ydi. Ayasofya Müzesi’nden kısaca bahsetmek gerekirse İstanbul’un, Kral I.Manuel tarafından 1250-1260 yıllarında yaptırılmış bir manastır kilisesidir. Günümüzde ise müze olarak kullanılmaktadır. İstanbul’da bulunan ve herkesin bildiği Ayasofya kadar heybetli bir yapı olmasa da kendine has bir mimarisi vardır Ayasofya Müzesi’nin. Deniz kıyısındaki şirin görünümüyle Trabzon’a kültürel bir değer katan Ayasofya’nın içindeki taş duvarlarda ise Hristiyanlığa ait dini tasvirler yer almaktadır. Fakat, bu resimlerin bir kısmı ise duvarlardan silinmiştir. Orta Karadeniz’de başlayan ve doğuya doğru gittikçe hem sayısı hem de ünü artan bir Karadeniz klasiğinden de söz etmeden geçmek istemem, yani Karadeniz pidesinden. Trabzon’a gidecek bir kişiye edeceğim tavsiyelerin başında kesinlikle güzel bir pidecide Trabzon peynirlisi yemek gelecektir. Pide denilince, başta kendim olmak üzere çoğu insan için olmazsa olmaz kavurmalı veya kıymalı türleri gelir. İşte Trabzon pidesinin ezber bozan özelliğinden biri de peynirli pidelerinin etlilerinden daha meşhur oluşudur. En azından ben öyle düşünüyorum. Trabzon yağıyla birlikte tüketilen pideler, özellikle yaz sıcağında insanın kolestrol seviyesini artırsa da, Trabzon’a yolu düşenlere (ölçüyü kaçırmamak şartıyla) şiddetle tavsiye edebilirim.
Trabzon anılınca akla illa ki şehri temsil eden Trabzonspor gelir. Trabzonlular için ise her şeyden önce Trabzonspor geliyor. Yazıma başlarken şehrin insanının sıcaklığından söz etmiştim, nitekim doğrudur da. Fakat Trabzon’da Trabzonspor maçını izlemiş bir yabancı bu ifadelerimi inandırıcı bulamayabilir. Tecrübeme dayanarak yazıyorum ki Trabzon’da dikkat edilmesi gereken önemli konulardan biri, Trabzonspor’un maçını izlerken iyi niyetle de olsa fazla yorum yapmamak olacaktır.  Eğer üzerinizde Trabzonspor forması yoksa, Trabzon’da futbol maçı izlememenizi tavsiye ederim.
Seyahatim boyunca şehir merkezinde çok fazla zaman geçirme fırsatım olmadı. Bu nedenle de, Trabzon’un gün yüzüne çıkmamış güzellikleriyle karşılaşmamış olabileceğimi düşünüyorum. Kısıtlı zamanıma rağmen az da olsa keşfetmeye çalıştığım bu şehirde keyifli bir üç gün geçirdiğimi düşünüyorum. Her şeyinden memnun olmuştum Trabzon’un, fakat bir şeyi hariç; aşırı nemli havası.

4 Aralık 2015 Cuma

Dağların Doruğunda Bir Göl


Fotoğraflar: Atakan SAĞIR



Limni Gölü, Gümüşhane ilinin Torul ilçesindeki Saranoy Yaylası üzerinde bulunur. 1700 rakımlı tepede bulunan bu krater gölünün çevresi ağaçlarla örtülüdür. Ailece piknik yapmak için Limni Gölü çevresi güzel bir tercihtir. Limni Gölü’ne ulaşmak için öncellikle Gümüşhane’nin ünlü yaylalarından olan Saranoy Yaylası’na varmak gerekiyor. Arabayla yaklaşık olarak 20 dakika içerisinde bu göle ulaşmak mümkündür.

Yirmi dakika süren yolculuğumuzun ardından Saranoy’a ulaşıyorum. Göle vardığımda ise ilk dikkatimi çeken şey suyun biraz azaldığı oluyor. Suyun çekilmesi, bıraktığı yumuşak ve düz zeminden anlaşılabiliyor.


Limni Gölü’nün çevresi ise tam bir piknik alanı. Gölün etrafında belirli aralıklarla kamelyalar bulunmaktadır. Doğası ile özelliğini kazanan Limni Gölü daha birkaç yıl öncesine kadar çok fazla bilinirliği olan bir mekan değildi. Fakat, son yıllarda hızla turizme kazandırılmıştır. Bizim gibi yerli ziyaretçilerin yanı sıra bölge Arap turistlerinde akınına uğramakta. Öyle ki göl kenarında bulunduğum süre içerisinde bölge halkından çok Arap turist gördüğümü söyleyebilirim. Turistlerin rehberleriyle konuştuğumda ise İstanbul’a gelen Arapların, ardından Karadeniz seyahatine çıktıklarını ve rehberlerinde son birkaç yıldır turistlere Limni Gölü’nü gösterdiklerini öğreniyorum.


1700 metrede bir göl kıyısında piknik yapmak isteyenlere önereceğim ilk yer Limni Gölü’dür. Bu göle, bir sonraki ziyaretimi de bir kış mevsiminde yapmayı düşünmekteyim.

25 Kasım 2015 Çarşamba

Bayrampaşa Cezaevi'nde 1 Gün


Fotoğraflar:Atakan SAĞIR




Yıllardır kader mahkumlarına ev sahipliği yapmış Bayrampaşa Cezaevi 2008 yılında kapatılmıştı. Bundan birkaç yıl önce bir fotoğrafçılık kursuna üye arkadaşım, kurslarının özel izinle boşaltılan Bayrampaşa Cezaevi’nde fotoğraf çekimi yapacaklarını söylemiş ve beni de davet etmişti. Ben de daveti kabul ederek makinemi almış ve heyecanla cezaevine gitmiştim.
Bayrampaşa Cezaevi, mahkumların duvarlara yazdıkları yazı ve çizdikleri resimlerle camı çerçevesi sökülmüş, koğuşları boşaltılmış ve harabeye dönmüş bir haldeydi. Cezaevi binasının içi ve havalandırma avlusu moloz yığınlarıyla doluydu. Koğuşlar dışında birde daha ağır cezalıların atıldığı zindanlar bulunmaktadır.Fakat buralar o yıkık yapıda kaybolmuş durumda.  


Neredeyse her duvarda mahkumlardan kalma mesajlar ve resimler vardı. İnsanın dört duvar arası o soğuk yapıda nasıl yıllarını geçirdiğini ziyaretim boyunca hep düşünmüştüm. Kim bilir kimler hangi suçla burada yatıyorlardı. Bir anlık kararların insana nasıl bir hayat sunabileceğinin somut örneğinin içerisindeydim.


Hep örneklerini filmlerde gördüğüm, havalandırma için kullanılan avluya çıktığımda önce gökyüzüne baktım. Orada birkaç yıl yaşadığınızı ve belirli sürelerle o avluya çıkma hakkınız olduğunu düşündüğünüzde gerçekten de o mavi gökyüzünün size daha nasıl değerli geldiğini çok iyi anlıyorsunuz.


16 Kasım 2015 Pazartesi

Zigana Dağı




Fotoğraflar:Atakan Sağır



Tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan eski han kalıntılarının yanından geçip Zigana Köyü’ne vardığınızda, dağa giden yolun büyük bir kısmını tamamlamışsınız demektir. Köyden dağ yoluna sapıp kıvrımlı yollardan 10-15 kilometre kadar ilerlediğinizde ise karşınıza çıkan bungalov tipi evlerden 2050 metre yükseklikteki dağa ulaştığınızı anlayabilirsiniz.






Bu evler Zigana Dağı’nda konaklamak isteyen yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor. Tek katlı evlerin yaklaşık 200 metre ilerisinde ise otel var. İsteyen ziyaretçiler ise otelde konaklayabiliyor. Otellerin arka tarafında ise kayak tesisleri var. Kış turizmi yazdan daha baskın Zigana Dağı’nda. Kışın gelen ziyaretçi sayısının yazdan daha fazla olduğu bilgisini ediniyorum. Bu da bölgeyi tanıyan insanların Uludağ’ın kalabalığından kaçıp Zigana’yı tercih ettiklerini düşündürüyor bana. Öte yandan Arap turist sayısı da oldukça fazla. Genellikle İstanbul’dan Karadeniz’e açılan Arap turistler, son yıllarda Zigana ve Limni’ye de rağbet gösteriyorlar. 




                                     


Burada, çoğu zaman bulutlarla aynı seviyede olduğunuzu, bazı zamanlarda bulutların üstünde olduğunuzu görürsünüz. Dağda yaz ve kış ayrımı pek yoktur. Sıcak havaya aldanıp doğal olarak kısa kollu giysiler giyip üşümeniz olası bir durum. Dağa çöken sis ve beraberinde çiseleyen damlalar bir anda mevsimi değiştirebiliyor. Bunun sıkıntısını akşam üzeri geri dönüşte bizzat kendim yaşadım.































11 Kasım 2015 Çarşamba

1960'tan Bugüne

Fotoğraflar:Atakan SAĞIR


Eyüp’te  sokak arasında bir ayakkabı tezgahı...Tezgahın başındaysa başında sarı şapkası harıl harıl çalışan emektar bir ayakkabı tamircisi var.  Gençlere taş çıkaracak kadar azimle ve aşkla işini yaptığı belli, bu arada şirin dükkanına astığı “1960’dan bugüne” yazısına gözüm bir anda takılıyor ve beni onun yanına çekiyor. Muammer Usta; nam-ı diğer Eyüp’ün çınarı. Tam elli beş senedir Eyüp’te ayakkabıcılıkla uğraşıyor Muammer Yalçın. Ayakkabı boyuyor ve gerekli onarımları yapıyor.  Kaymakamından tutunda belediye başkanı, zabıtalar ve Eyüp ile özdeşleşmiş herkes onu tanırmış burada. 
                          
                                   


Elli beş yılını geçirdiği semtten soruyorum Muammer Usta’ya, eskiden semtin nasıl olduğunu anlattırmak istiyorum. Birçok şeyin değiştiğini söylüyor fakat somut olarak paça çorbacılarından bahsediyor Muammer Usta. Sokağın başından uzanan ve bugün mağazalarla, lokantalarla dolu cadde bir zamanlar paça çorbacılarıyla doluymuş. Eskiden çorbacılar yoğun ilgi görüyormuş semtte. Birçok esnaf iş başı yapmadan çorbacılara giriyormuş.
Daha fazla lafı uzatmadan işine getirmek istiyorum sözü. Eskiden hasar görmüş, onarıma ihtiyacı olan ayakkabılar Muammer Usta’ya getirilirmiş. Bugün ise elindeki tezgah ve zanaatı nostalji olarak kalmış. Çarşıların çeşit çeşit ayakkabıyla dolu olduğunu, insanların  eskiyen eşyalarının onarımıyla uğraşmayıp çöpe atmalarından, hemen yenisini almalarından söz ediyor. Mesleği ile ilgili olarak ise ayakkabı tamirciliğinin ekonomik getirisinin olmamasına bağlıyor. Bu işin artık para kazanmak için değil, zaman geçirmek için yapılacağından bahsediyor ve noktayı koyuyor Muammer Yalçın.



7 Kasım 2015 Cumartesi

Sokaklardan Eyüp Meydanı'na Çıkarken


Fotoğraflar: Atakan Sağır


Ayvansaray durağında inip, Çömlekçiler sokağına sapmak, ayrı bir dünyanın kapısından içeri adım atmak demek. Sokaklar, ilk başlarda tam bir hayalet kasaba havası içerisinde, fakat bir süre sonra yürürken yalnızca adımlarınızın sesini duymak hem huzur hem de keyif veriyor.
Eyüp’ün mahalle arasında pek fazla insana rastlamak mümkün değildir. Burası, çocuk seslerinin yükselmediği, orta yaş üzeri insanların, zamanının büyük bir çoğunluğunu kıraathanelerde geçirdiği, sakin ve orta kesimin yaşadığı bir mahalledir.
Sokakların bir diğer özelliği ise, standart sokaklara göre biraz daha dar oluşudur. Küçük bir araba geçecek olsa, bir hayli zorluk çekmektedir. Yine de daracık sokakları, bölgenin orjinal yapısını ortaya çıkarmaktadır. Aynı zamanda dar sokaklar, sanılanın aksine, mahallenin ferahlığından hiçbir şey götürmemiştir. Tamamen kendisine özgü ve geleneksel bir Türk mahallesinde olması gereken daha birçok özelliği göreceğimi umarak, dingin sokaklarda ilerliyorum ve iki katlı evler ilgimi çekiyor.




Bu yapılar, kendine has şirin bir mimarinin eseridir ve sokaklar, çoğunluğu iki katı aşmayan ahşap evlerden oluşmaktadır. Bu yapılardan bazıları, insanın uzaktan bakınca içini cıvıl cıvıl yapan renklerle süslenmiştir.
Evlerin kimi gayet muntazam, bakımlı iken bazıları da kaderine terk edilmiş durumdadır. Eski zamanlarda sayısı fazlaca olan bu şirin evler, günümüzde iyice azalmış, zamana verilen savaşta sağ kalabilenler ise halen Eyüp’e tarihi dokusunu katmaktadırlar. Geleneksel evler, eski İstanbul havasını yaşatırken bir yandan da evleri fotoğraflayarak ilerlemek , bu yolculukta dalıp gitmeye neden olabiliyor.



Gezdiğim sokaklara o mistik havayı katan en önemli değerlerden biri de meşhur mezarlıklarıdır. Daracık sokaklardan Eyüp Meydanı’na varmak için yürürken adım başı bir veya birkaç mezara rastlamak mümkün. Eyüp’ün mezarlıklar semti olduğunu daha önce de duymuştum, hatta görmüştümde. Ne de olsa ilk defa geçmiyordum buralardan fakat semtin her dokusunu dikkatle süzerek yürümek, attığı her adımın tadına varmak insana daha önce fark ettirmediği şeyleri de fark ettiriyor.
Dikkat çekici bir unsurda burada evler ve mezarlar iç içedir. Bazı binaların önlerindeki boş arsalar neredeyse küçük bir mezarlıktan oluşuyor. Mezarların birçoğunun genel özelliği oldukça eski olmalarıdır. Bunu, taşlarındaki Osmanlıca yazılardan anlamak mümkündür.


Sessiz sokakların sonuna yaklaştığım yükselen seslerden anlaşılıyor ve adımlarım sanki biraz daha hız kazanıyor. Bembeyaz mermerlerle kaplı Eyüp Meydan’ı karşılıyor misafirlerini. Biraz ileride Eyüp Sultan Camii’nin avlusu, arkada neredeyse insanları kolundan tutupta zorla içeri çekmedikleri kalan lokanta esnafı ve kitapçılarla, aktarlarla uzayıp giden caddeler...
Karşılıklı küçük dükkanlarla dolu bir çarşı görünümünde, yoğunluğu bol uzunluğu kısa bir sokak. Genellikle hediyelik eşyalar ve kitapçılardan oluşuyor esnafı. Yerlilerin ilgisini çektiği gibi yabancı turistlerinde ilgisini çekiyor olacak ki her dükkana uğruyor, hoşlarına giden hediyelik eşyaları almadan geçemiyorlar.


Bir de Oyuncakçılar Çarşısı'ndan bahsetmek gerekir. Evliya Çelebi zamanında yüz dükkandan, yüz beş çalışandan  oluşmaktaymış oyuncakçılar çarşısı. On yedinci yüzyıldan itibaren oyuncak üretiminin merkezi haline gelmiş olan bu çarşıda, bütünüyle Haliç çevresindeki imalathanelerden arta kalan malzemelerle yapılırmış oyuncaklar.  Çok eski yıllarda da sünnetlik çocuklara türbe gezdirilir, çıkışta da çarşının içerisinden geçirilerek moral vermek maksadıyla oyuncaklar alınırmış. Çarşı esnafına bugünkü oyuncakçılar çarşısını sorduğunuzda ise şimdiki ‘hediyelik eşya’ çarşısını gösteriyorlar. Burası eskiden dükkanlarla uzayıp giden oyuncakçılar çarşısının küçük bir bölümüymüş. Şimdilerde ise sadece adıyla oyuncakçılar çarşısı olarak kalmış.


























3 Kasım 2015 Salı

Bayburt Seyahatim


 Fotoğraflar: Atakan SAĞIR

                                                               Bayburt Saat Kulesi

  Bayburt, Türkiye Cumhuriyeti ile yaşıt bir saat kulesi etrafına serpilen yapılardan oluşur. Şehrin merkezi olan saat kulesi hizasında uzanan bir ana cadde, tepede Bayburt Kalesi ve kalenin etrafından akan Çoruh nehri şehrin yıllarca sembolü olmuşlardır.
Cadde boyunca resmi binalar, bakırcılar ve mağazaların yanı sıra Bayburt'un pek fazla bilinmeyen fakat en meşhur lezzet durakları olan dönercileri sıralanmıştır. Döner dükkanlarının arka tarafı Çoruh manzarasına bakmaktadır. Genellikle insanlar içeride yemek yerine nehir kenarına konulmuş masalardan birine oturup manzara eşliğinde yemeyi tercih ediyorlar.


                                                                       Çoruh nehri

Nehrin akış yönüne doğru bakıp kafanızı biraz kaldırdığınızda bir tepe ve bu tepeye inşa edilmiş Bayburt Kalesi göze çarpar. Kalenin tarihi ise oldukça eskiye uzanmaktadır. Roma, Ermeni ve Bizans hakimiyetinde kalmış bu kale daha sonra Türklerin eline geçer. Osmanlı devrinde Çinimaçin Kalesi diye adlandırılan kale, Dede Korkut Hikayelerine bile konu olmuştur. Şehre hakim noktada bulunan Bayburt Kalesi benim çok ilgimi çekmişti. Memleketim olması nedeniyle daha önce iki kere daha Bayburt'a gitmiştim fakat hiçbirinde de kaleye çıkma fırsatım olmamıştı.

Arabayla belli bir mesafeye kadar gidilebilse de biraz yürümek gerekiyor kaleye varmak için. Kalenin şehre bakan tarafı ayakta kalabilmiş. Arka tarafıysa yıkık dökük taş kalıntılarından oluşuyor. Restorasyon çalışmalarıyla günümüze kadar gelen Bayburt Kalesi sadece bulunduğu konum itibariyle orjinalliğini koruyabilmiş. Sarp kayalar üzerine inşa edilen kaleden şehir kuş bakışı seyredilebilmektedir. Buna rağmen kale henüz turizme kazandırılabilmiş değildir.


Daha doğrusu şehir turizme kazandırılabilmiş değildir. Ekonomisi tarıma dayanan Bayburt'ta sanayi gelişmemiştir. Bü yüzden şehir göç vermektedir. Tarihi eski çağlara kadar uzanan Bayburt'a yeteri kadar yatırım yapılmaması onu 'memur şehri' olmaktan öteye taşıyamamaktadır.















20 Ekim 2015 Salı

Eski Madene Yolculuk

Fotoğraflar: Atakan SAĞIR

Zigana Köyü'nün dönemeçli yollarla uzanan girişinde, köye varış istikametinde sola dönüldüğünde toprak bir yol göze çarpar. Bu yoldan arabayla geçmek mümkün değildir. Arabayla bu patika yolu aşmaya yeltenen birkaç maceraperest fazla ilerleyememiş ve sonunda adımlarını kullanmak zorunda kalmıştır.
Bu yol, yaklaşık olarak 20-25 yıl önce işleyen bir bakır madenine çıkar. Bu bozuk yollarda o yıllar kamyonlar, iş makineleri çalışırmış.

Uzun ve engebeli bir yürüyüşten sonra yıkık dökük iki katlı bir bina göze çarpıyor. Bu harabe binada, madenin işlediği yıllar bölge dışından çalışmaya gelen işçiler kalırmış. Eski madenin girişine yaklaşınca paslı bir tanker dikkatimi çekiyor. Bu dağ başında birkaç sene öncesine kadar bir hareketlilik olduğu  etraftaki kalıntıardan çok rahat anlaşılabiliyor.





Paslı tankerin hemen arkasında ise madenin girişi göze çarpıyor. Girişe yaklaştığımda sanki içeride büyük bir fan varmış gibi rüzgar esintisi geliyor. Zeminse, muhtemelen mevsim boyunca yağan yağmur sularıyla kaplı. O kadar yol gelmişken bu eski madenin girişinden içeri de girmeyi düşünüyorum.


Bir an kararsız kalsamda merakım ağır basıyor ve paçaları sıvayıp içeri giriyorum. Birkaç adımdan sonra suyun seviyesi azar azar yükseliyor ve zemindeki eğimde buna paralel olarak artıyor. Işık yetersizliğinden dolayı içerinin fotoğrafını çekemiyorum. Girişe yakın kısımda duyduğum rüzgar içeride yerini soğuğa bırakıyor. İç kısımlarda boşluk gittikçe daralıyor ve yerin dibine doğru eğim artıyor. Bu noktadan sonra ilerlemiyorum. Kayda değer bir manzarayla karşılaşmamış olsam da eski bir madenin yanına kadar gelmişken az da olsa içini görmeden geri dönmediğim için kendimi mutlu hissediyorum.









5 Ekim 2015 Pazartesi

Dağların Gizlediği Şelaleye Yolculuk

Fotoğraf: Atakan SAĞIR


Yükseklik 2000 metrenin üzerinde...Burası Zigana Dağı'nın iç kısımları. Zigana Dağı'ndaki tesislerinden sonra yaklaşık 5 km daha devam edip Naharcı Yaylası denilen araçla girilemeyecek bir alana geliniyor. Eski yayladan dağa tırmanıldığında rüzgarın uğultusu giderek şiddetleniyor. Yüksekliğinde etkisiyle dağa tırmanırken nefes alıp vermem bile değişiyor. Ağustos ayı olmasına rağmen kilometrelerce yol katettiğim halde en ufak bir yorgunluk belirtisi hissetmiyorum.
Ard arda devirdiğim dağlardan sonra uzaklardan beliren bir şelale dikkatimi çekiyor...




Bu kadar gelmişken adsız şelaleyi de görmeden dönmek istemiyorum. Adsız şelale diyorum çünkü bu küçük şelalenin herhangi bir adı veya bilinirliği yok. Doğallığından ödün vermeyen bu şelale kayalıkların arasından rüzgarın uğultusuna karışan şırıltısıyla tatlı tatlı akıyor.





Kayalıklarda ilerlerken çok dikkatli olmak gerekiyor. Islanmış taşlar inanılmaz derecede kaygan.



Şelalenin yanına vardığımda ise güzel bir sürpriz beni bekliyor: Kışın yağan karlardan kalmış kar kütleleri...
Erimemekte ısrarcı olan bu buz kütleleri ortama adeta doğal klima etkisi veriyor. Dönüşte kardan bir parça kırıp eridğinde içmek için yanıma alıyorum. Belki de sıcağın etkisindendir ama şöyle söyleyebilirim ki hayatımda içtiğim en lezzetli suydu.